Türk demokrasisi 27 Mayıs 1960 da büyük bir darbe almıştı. Başbakan ve bakanlar edilmişti. Ülke meçhule doğru sürüklenmiş, demokrasimiz kara bir leke almıştı.

İşte o kara gecenin öncesinde, ihtilal akşamında, Kahramanmaraş’ta yaşanmış bir hatırayı burada nakletmek istiyorum. 1940 doğumlu Nuri Altıparmak ağabey 60 yıl önce bizzat yaşadığı o hatırayı anlatırken sanki her şeyi yeniden yaşıyordu.

Nuri Altıparmak

Nuri Altıparmak, varlıklı bir aileye mensup. O yıllarda şehrin en modern otelleri sayılan Kahramanmaraş’taki Marmara ve Kervansaray Otelleri ile Marmara Hamamı sahibi ve işletmecisi. Ulu Camiinin kıble yönünde. Şimdiki Kâtip Han’ın karşısındaki otelini yazıhanesinde otururken bir telefon gelir. Ahizeyi kaldırdığında karşıda o dönemin Maraş Valisi. Tarih 26 Mayıs 1960 ve günlerden Perşembe:

- Nuri Bey merhaba, ses sanatkârı Mualla Mukadder Hanım ve saz heyeti Maraş’a konser için gelmişler. Arkadaşlar size uğramışlar ancak yerimiz yok demişsiniz, doğru mu?

O zaman Maraş’ta misafirhane yok. Bürokratlar, hatta Vali bile tayin olunup gelse önce normal otelde yatar. Mualla Mukadder, o dönemde Türkiye’nin en şöhretli ve en güzel ses sanatçısı. İzmir’den turneye çıkmışlar konserler vermek üzere Maraş’a da gelmişler. Valiye cevabım:

- Evet uğradılar. Yanlış mı doğru mu bilmem. Bizim otel, aile ve esnaf oteli, burada belli müşteriler kalır. Hakir gördüğümden değil. Maraş’ta bunlara tayaturacı derler. Eğer ben otelime alırsam, beni Maraşlılar tefe koyar öttürür. Zorlamayın sayın valim, dedim.

Mevcut Marmara Otel’imizin bitişiğine yeni bir otel daha yaptırmıştık, Kervan Saray Oteli. Hizmete gireli bir yıl olmuştu. Kırk kişi kalır. Vali devam etti:

- Senin yeni otelde yer varmış, orada kalsalar olmaz mı? Dedi.

Koskoca Vali’yi de daha fazla üzmek istemedim. Vali’ye, kaldıkları sürece emniyet için kapıya iki polis tahsis ederse olur dedim. Neme lazım ben işimi sağlama alırım, belki birinin bir kırığı olur otelin adını kötüye çıkarır. Vali bey bana, sen merak etme, on polis gene gönderirim, dedi.

Sanatçı Mualla Mukadder

Mualla Mukadder ve saz heyetini tam 26 kişiydi. Sesi kadar kendi de çok güzel bir kadın. Hecin gibi. Zannedersin ki Süreyya Pehlevi. Yanında da yetişkin biri daha var, meğer kızıymış. Mualla Hanım için otelimizin en güzel odasını ayırdık. Organizatör ve diğer ekibini de uygun odalara yerleştirdik.

Hasılı kelam akşam oldu. 26 Mayıs Perşembe. Yarın Cuma, Namazdan çıktık bizi de konsere davet ettiler, ev sahibiyiz ya. Konser, Çocuk Bahçesi’nin alt bitişiğindeki yazlık sinemada oluyor. En önde, Vali bey, komutanlar, amirler, müdürler, hepsi ön sırada yan yana tahta sandalyelere oturmuşlar konser izleyecekler. Beni de bir kenarına oturtturdular. Yanıma da jandarma binbaşısı oturuyor. Sivilden tanışırız Maraş’a yeni geldiğinde o da bizim otelde kalmıştı.

Konser başladı. Udi, öyle bir hicaz taksim geçti ki… Udu sanki konuşuyordu. Taksimi bitirdi, ayağa kalktı seyircileri selamladı. Alkışlardan sonra tekrar oturdu. Mızrabı saza vurduğunda kadın içerden şarkıya başladı.

“Görmedim ömrümün asude geçen bir demini
Çekerim hep o siyah gözlerinin mâtemini”

Mualla Mukadder, sahneye çıktığında öyle bir alkış tufanı başladı ki... Herkes ayakta. Peş peşe şarkılarını okudu. Arada değişik makamda taksimler... Makamına göre şarkılar… Saat ilerlemişti. Nihayet konser bitti, geldim otele.

O gece otel çalışanım izinli, ben nöbetçi kalacağım. Kapının giriş çıkış merdiveninin başına nöbetçi yatağı olur, ben orada yatacağım. Sanatçılar diğer bitişik otelimizde onların nöbetçisi ayrı. Hatta ayrıca emniyet için Vali’nin gönderdiği polislerde var.

Biz her gün otel müşterilerinin kayıtlarını tutarız. Kim hangi saatte otele gelmiş, hangi saatte yatmaya gelmiş, beyannamesi var. Sabah vakti yaklaştığında otelde haphap tıkırtıları duyulur. Ulu Cami’ye namaza gidecekler abdestini alıp merdivenlerden inerken, ben merdiven önündeki karyolayı biraz kenara çekerim oradan geçip giderler.

Namaza giden müşterilerimizden biri Anabat köyünden Müslüm Çevik, diğeri Mustafa Ekiz. Bunlar Çukurova’ya işçi götüren amele çavuşları. İşçiler ise, Nahır Önünde park etmiş kamyonda o geceyi geçirirler. Çavuşlar ve patron otelde kalır, sabah namazından sonra erkenden işçi kamyonuyla yola çıkarlar.

Ulu Cami’ye sabah namazına gidenleri, çıkışta kapıda jandarmalar önünü çevirmiş. İhtilal olduğunu, herkesin evine gitmesini, dışarı çıkmamalarını, radyodan okunan talimatları takip etmelerini, söylemişler.

Müslüm Çevik, Camiden koşa koşa otele geldi. Heyecanla, Nuri Efendi diye bana seslendi. Ne var dedim. Kalk hele kalk, dedi. Adam sapsarı kesilmişti. Radyoyu aç hele, dedi. Otelde altı lambalı bir radyom vardı. Açtım, Alpaslan Türkeş dok sesiyle, Ordunun yönetime el koyduğunu, ikinci bir emre kadar sokağa çıkmanın yasak olduğunu söylüyordu. Marşlar çalınıyor, ben dahil herkes, İhtilal ne demek, devrim ne demek bilmiyorduk. Oteldeki tüm müşteriler merdivene dizildi radyo dinliyordu. Bu arada sanatçıların kaldığı yan taraftaki otelden hiç haber yok. Nihayet saat yedi, sekiz, dokuz, oldu. Ben müşteri beyannamelerini her günkü gibi doldurdum, emniyete götüreceğim, mecburuz. Beyanname dosyasını aldım, çıktım yola.

Emniyet Müdürlüğü Çocuk Bahçesi’nin az ilerisinde. Eski Alman Hastanesi’nin yerindeydi. O zamanlar yeni çıkmıştı, 58 model Skoda bir pikabım var. Onunla gidiyorum. Yolda birkaç yerde jandarmalar çevirdi, durumu anlattığımda, amirleri müsaade etti yola devam ettim. Emniyete vardığımda, bekleyenler vardı. Yukarı çıktım bir astsubay karşıladı. Anlattım, komutanıma söyleyelim, dedi. Hızır Amca yok mu? Dedim. Hızır Bey o zaman emniyet müdürlüğüne vekâlet ediyordu, onunla tanış idik. Asker, O yok, komutanım var dedi. İçeriye girdiğimde tanıdık bir ses: Oo,Nuri Bey hoş geldin, dedi. Astsubayın Komutanım dediği şahıs, akşam konserde sağ tarafımda oturan Binbaşı. Onu görünce biraz rahatladım. Yahu binbaşım, bu neyin nesi. İhtilal mi ne olmuş anlayamadık, dedim. Binbaşı, aynı samimiyetle; Hiç sorma, bizim de bir şeyden haberimiz yoktu. Biliyorsun akşam kafamız iyiydi, senle beraber konserde eğlendik. Gece saat iki de emir geldi. Kimsenin haberi yok, Vali’nin de haberi yokmuş.

Beyannameyi alması için bir memur çağırdı. Astsubaya beni göstererek, bu adamın işi ne gerekiyorsa yapın aksamasın, dedi. Bir de görev kâğıdı verin, dedi. Gelen kâğıdı isimliydi. Komutana dedim ki. Bu kâğıttan bana on tane vereceksin, isimsiz olacak, Ne yapacaksın? Dediğinde. Maraş’ın on mahallesi var. Her mahallede on güvendiğim adamıma vereceğim. Onlar acil işlerini yaparken bu kartla dışarı çıkıp işlerini yapacaklar. Binbaşı, önce olmaz dedi. Ona dedim ki: Mağralı Mahallesi’nde bir askerin vatandaşı rahatsız ettiğinde ne yapacaksın. Senin subayların bebeleri onların ineklerinin sütüyle beslenir. O adam sana inat için, evindeki ineğini gece keser dağıtır, sana süt vermez. Binbaşı, Astsubayına dönerek, ver oğlum on daha ver, dedi. Ben o kartları aldım on güvendiğim adama verdim. Telefonumu verdim. İhtiyaç duyduğunuzda beni arayın, dedim.

Bu arada Mualla Mukadder saz ekibi Otelde mahzur kalmış çok telaşlanmıştır. Otele geldiğimde binbaşıyı aradım, Binbaşı sanatçılara, Maraş’ı çıkıncaya kadar askeri bir otobüs görevlendirdi, Osmaniye hududuna kadar emniyetli bir şekilde gönderildi.”

Yıllar sonra izlerini silemeyeceğimiz bir İhtilalin, Kahramanmaraş’ta yaşanılan küçük bir hatırasını Nuri Altıparmak ağabeyin anlatımıyla sizlere aktarmak istedim.

Selam ve sevgiyle…