Başbakan Binali Yıldırım, 54. Uluslararası Münih Konferansı'nın ana oturumunda katılımcılara hitap etti.

Türkiye'nin 911 kilometre sınırı olan Suriye'de son 7 yıldır iç savaş yaşandığını hatırlatan Yıldırım, "Türkiye, bu savaşın ne başlatanıdır ne de sebep olanıdır. Türkiye, bu savaşın sonuçlarından doğrudan etkilenen ender ülkelerden bir tanesidir. Buna Ürdün'ü de Lübnan'ı da ilave edebilirsiniz ama burada yaşanan insanlık trajedisinin en ağır sonuçlarını karşılayan ülke Türkiye'dir. Biz, son 7 yıldır hayatını, canını kurtarmak için memleketinden, yerinden yurdundan ayrılmak zorunda kalan 3,5 milyon insana ev sahipliği yapıyoruz." diye konuştu.

Türkiye'nin mültecilerle ekmeğini paylaştığını, onların hayata tutunmaları için her türlü fedakarlığı yaptığını belirten Yıldırım, "Bu, işin bir tarafı. Bunu geleneğimizden, kültürümüzden, tarihimizden aldığımız değerlerle yapıyoruz. Kimse istediği için yapmıyoruz." mesajı verdi.

"Dünya DEAŞ'a odaklanmış vaziyette"

Bölgede amansız bir mücadele olduğuna dikkati çeken Yıldırım, "Bütün dünya DEAŞ'a odaklanmış vaziyette ama oradaki mücadele, terör sadece DEAŞ'la sınırlı değil. DEAŞ'la mücadele nasıl yapılıyor? Koalisyon, Rusya, Türkiye, İran var. 70'den fazla ülke var. DEAŞ'la mücadele ediyoruz. Karşımızda kim var? 5 bin, 6 bin, bilemedin 10 bin silahlı çapulcu. Peki bu mücadelede neredeyiz? Gerçek anlamda bu mücadeleyi kim yapıyor? Buna bakmakta yarar var." ifadelerini kullandı.

Türkiye'nin, Fırat Kalkanı Harekatı ile DEAŞ mensubu 3 bin 600 teröristi etkisiz hale getirdiğini vurgulayan Yıldırım, şöyle devam etti:

"Şimdi 2 bin kilometrekarelik bu alanda 135 bin Suriyeli döndü, 160 bin çocuk okula başladı. Sağlık tesisleri, okullar açıldı, ticaret başladı, polis gücü tesis edildi, güvenlik sağlandı. 3,5 milyon kişiden 135 bini oraya gitti, yerleşti. Bunu Türkiye sağladı. Bununla da yetindik mi? Irak alanında da DEAŞ ile mücadelede sadece Musul civarında 800 DEAŞ örgüt elemanını bizatihi Türkiye etkisiz hale getirdi. Bunu koalisyona katılmadan yaptı."

"Tehdit bitmedi"

Terör örgütü DEAŞ'ın bölge ve Avrupa için ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmak açısından bazı rakamları paylaşan Yıldırım, şunları söyledi:

"Şu anda Türk hapishanelerinde DEAŞ mensubu tutuklu sayısı 10 bin. Yuvarlayarak söylüyorum. 5 bin 800 yabancı savaşçıyı sınırlarımızdan sokmadık, geri gönderdik. Bunlar nereden geliyor dersiniz? Avrupa ülkelerinden geliyor. Bunun yanı sıra 4 bin şüphelinin girişini engelledik ve 56 bin 300 potansiyel DEAŞ'la ilişkili olabilecek olanlara sınırlarımızda giriş yasağı koyduk. Bu, DEAŞ'ın bölgedeki faaliyetlerini azaltmayı sağladı. Türkiye'deki canlı bomba ve toplu katliam faaliyetlerini sınırladı, aynı zamanda Avrupa'ya yayılma ihtimalini azalttı.

Buna rağmen tehdit bitti mi? Bitmedi. Niye bitmedi onu da söyleyeyim. ABD, YPG/PYD ile iş birliği yaparak özellikle DEAŞ'ı yok etmek için bir faaliyet içine girdi. Esasen bu salonda bilenler var, bilmeyenler var; YPG/PYD, Türkiye'nin 40 yıldır mücadele ettiği bölücü terör örgütünün Suriye'deki şubesidir, adıdır. Birbiriyle eşittir, aynı terör örgütüdür. Kuzey Irak'ta Türkiye'nin etkin mücadelesi sonucu tutunamayan bu terör unsurları Sincar üzerinden Suriye'ye, Fırat'ın doğusuna gelmiş ve burada yaşayan Kürt, Arap, Türkmen, Ezidi gibi masum insanların üzerine çökerek, buralara hakim olmaya çalışmıştır."

"Irak'ta DEAŞ'lı sayısı minimum düzeyde"

Başbakan Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Şimdi tabii ki NATO üyesinden bahsediyoruz, Amerika ve Türkiye. Biz ne yapıyoruz? Orada aslında NATO'nun sınırlarını koruyoruz. NATO'nun güney sınırları Türkiye'nin sınırlarıdır. Bir yandan NATO'nun sınırlarını korurken, NATO'nın diğer bir üyesinin bizim sınırlarımızı tehdit eden, insanlarımıza saldıran bir terör örgütüyle DEAŞ mücadelesine girmesini doğrusu izahta zorlanıyoruz. Dostlarımızla bunu konuştuğumuzda bize söylenen şey çok açık. 'Bu bir mecburiyet, bu bir tercih değil.' Şu anda Suriye, Irak alanında DEAŞ örgüt mensubunun sayısı minimum düzeydedir. Deyrizor bölgesinde ve Bağdat'ın güney batısında, Kerkük'ün güneyinde bir miktar vardır. Bunların da toplam sayısı 3 bin civarındadır.

Tabii ki hepsinin yok edilmesi lazım. Burada hemfikiriz ama bunu yaparken yeni bir terör örgütü yaratmayalım. Suriye'de eğer kalıcı barış istiyorsak Suriye'nin geleceğinin, silahı eline almamış, silahlı mücadeleye girmemiş bütün etnik grupların, Arapların, Kürtlerin, Türkmenlerin, Ezidilerin, Nusayrilerin bir arada olacağı Soçi'deki Astana süreciyle başlayan ateşkes ve gerginliği azaltma ve daha sonraki adımda anayasal hazırlıkların tamamlanmasıyla birlikte Cenevre'de bütün koalisyon ülkelerinin, Birleşmiş Milletler daimi temsilcilerinin, Rusya, İran ve Türkiye'nin, ana oyuncuların katılacağı bir konferansla bu işe kalıcı çözüm bulunması lazım. Acil bulunması lazım çünkü bugün Suriye'nin nüfusundan daha fazla mülteci dışarıdadır."

"FETÖ yalnızca Türkiye için değil dünya için büyük bir tehdit"

Türkiye'nin bir yandan terör örgütü DEAŞ ile mücadele ederken, diğer yandan terör örgütü PKK'nın uzantısı YPG/PYD ve Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile mücadele ettiğine dikkat çeken Yıldırım, "15 Temmuz 2016 darbesi sonucu FETÖ'nün sadece Türkiye için değil bütün dünya için de büyük bir tehdit olduğu ortaya çıkmıştır. Bugün Avrupa ülkelerinde bu örgütün rahatlıkla faaliyet gösterdiğine şahit oluyoruz." dedi.

Sorunların çözümünün, terör örgütü mensuplarını yok etmekle mümkün olmadığının, sorunun köküne inmek gerektiğinin altını çizen Yıldırım, şöyle konuştu:

"Önce El Kaide'ydi, El Nusra oldu, DEAŞ oldu. Bundan sonra hangi isimle karşımıza çıkacağını kimse garanti edemez. O halde çözüm tabii ki teröre hiçbir farklı bakış yapmadan 'ama, fakat' demeden, 'teröristler Müslüman ülkelerden çıkar' gibi bir yanlışa düşmeden bu mücadeleyi yapacağız. Diğer yandan da bunu doğuran sebeplere Birleşmiş Milletler, özellikle Birleşmiş Milletlerin güçlü 5 daimi üyesinin daha fazla yoğunlaşması lazım. Bölgedeki geleceğe yönelik adil paylaşım, demokrasi, adil yönetişim ve kaynakların adil dağıtımı konularına daha çok yoğunlaşılması gerekir. Bunun için birlikte daha fazla çalışmalıyız. Sonuç, daha çok demokrasi, daha çok insan hakları, daha çok yerel insanların seslerine kulak vermekten geçiyor."

Türkiye'nin, Avrupa'nın güvenliğini sağladığını, iki yıl önce bölgeden Avrupa'ya günlük ortalama 2 bin 500 mülteci geçişi varken, bugün bu sayının 70'in altına indiğini belirten Yıldırım, "Bu ne demektir? Biz mültecileri orada tutuyoruz. Onların arasına karışan teröristlerin de bu bölgeye gelip, buradaki toplumsal huzuru bozmasının önüne geçiyoruz. Bunun takdir edilmesini bekliyoruz. NATO'da görevlerimizi aynı şekilde etkin olarak yerine getiriyoruz." değerlendirmesini yaptı.

"Osmanlı tokadını zaten vurduk"

Mevcut durumun terörle ilgili bir mücadele olduğunun altını çizen Yıldırım, "Biz bu terör örgütlerine Osmanlı tokadını zaten vurduk. PKK'nın belini kırdık ama karşımıza başka bir isimle çıktılar. Çıkarken de yalnız başına çıkmadılar. Maalesef Amerika, Rusya, başka ülkelerin silahlarını gayrimeşru yollardan veya doğrudan temin ederek, insanlara karşı kullanıyorlar. Bugün Suriye'de birçok ülkenin silahı internet üzerinden satılıyor ve terör örgütleri bunu satın alıyor. Bu nasıl terörle mücadeledir? Bunun cevabını birisinin vermesi gerekir." ifadelerini kullandı.

Türkiye'de gazetecilerin özgür olmadığına ve basın özgürlüğü bulunmadığına ilişkin bir soruya ise Yıldırım, "Türkiye'de hukuk devleti sorgulanıyor. 'Gazeteciler hapiste, Deniz Yücel bırakıldı, diğerleri de bırakılsın' falan. Türkiye bir hukuk devleti, tıpkı Almanya gibi, tıpkı ABD gibi. Kimsenin bir başka ülkenin hukuk devletini sorgulama hakkı yoktur." dedi.

Almanya'da Türk vatandaşı 3 bin 63 hükümlü ve tutuklu olduğunu hatırlatan Yıldırım, bu kişilerin neden içeride olduğu sorusunu yönetti.

Bu kişilerinin davalarının görülmesi ve haklarında karar verilmesini istediklerini dile getiren Yıldırım, "Bize düşen görev, yargıyı rahat bırakmak ve kararını vermesini sağlamak. Eğer burada süreçler ağır gidiyor ise bu süreçleri hızlandıracak yasal düzenlemeleri yapabiliriz. Bunu yapmak bizim işimiz. Parlamentoyu çalıştırmak, bu yasaları daha da iyileştirmek, yargı süreçlerini kısaltmak bizim görevimiz." değerlendirmesini yaptı.