Yazının başlığını okurken dahi kaçtığımız kelime.

Hayatımızın neredeyse tüm pencerelerinden görünüyor oysa.

Bize çeşitli suretlerde veya olaylarda geliyor her seferinde.

Acı yaşatıyor, yaşam enerjimizi düşürüyor ama yaşamın içinde olduğumuzu her defasında hatırlatıyor.

Çoğu kaçışlarımız o duygunun sebebi, arayışlarımız ondan uzaklaşmaya.

Hayal kırıklıklarımızın, düş yanılgılarımızın ismine en yakışır ödülü.

İnsan bağışıklık kazandığını düşünüyor, her uğradığında beterin beteri var diyor. Bir zaman sonra, kısa bir zaman sonra, adapte oluyor.

Ayağımıza bir protez takılsa alışmamız yıllar alır, kalbimize pil takılsa veya daha da basit anlatayım saçlarımızı boyatsak kendi saç rengimizi görürüz her aynaya baktığımızda.

Ama nedense üzüntünün nüfus etmesine izin veriyoruz

Biraz güçsüzlüğümüzden ve çok da güçlü olduğumuzdan. Tanıdığımız insanların hepsinden emin oluyoruz. İçerisinde bulunduğumuz anlarda yıllarımızı veriyoruz hayatımızın en verimli çağlarında, en heyecan dolu dakikalarını güvendiğimiz insanlara harcıyoruz ve yanılgıya düşüyoruz. Çoğunda elde var can sıkıntısı!

Kendini değersiz hissetme öneminin olmadığını düşünmek ne acı duygular yaşıyoruz istemeden, elimizde olmadan.

Fıtratımızda ne varsa yapıyoruz. Bize iyi gelmeyecek eylemlerin bir yenisinin daha içine giriyoruz. Batıyoruz, çıkıyoruz; yine batıyoruz, yine çıkıyoruz. Üzülüyoruz, gülüyoruz.

Gülmeleri kısa tutup uzun uzadıya üzülüyoruz.

Beynimiz daha erken ulaşıyor olmalı ki üzüntüleri daha büyük üzüntülerimizle kıyaslayıp anlık yaşadığımız duyguyu derinlere saklayıp bir yenisinde raftan çıkarıyoruz.

Üzülüyoruz.

Gülüyoruz.

Unutmadan kurutuyoruz ve yine sonra gülmeler yerine üzüntüyü yeşertiyoruz.

“Müziği duymayanlar dans edenleri görünce deli sanırlar.” ne kadar güzel demiş, Nietzsche.

Bugün bizi deli sansınlar.

Umutlarınızı yeşerteceğiniz ve her defasında üzüntülerinizden çok gülüşmelerinizin olacağı yeni başlangıçlara. Haftaya görüşmek üzere tebessümle kalın.