Ahmet Sezai KARAKOÇ 
İkinci Yeni şiirinin uç beyi, yeni mistik şiirin kıyas kabul etmez şairi, tevazu ve beyefendiliğin kalesi... Büyük bir düşünür, siyasetçi, şair ve yazar olan Sezai Karakoç resmi kayıtlara göre 22 Ocak 1933´de Diyarbakır´da doğmuştur. Oldukça parlak bir eğitim hayatı geçirmiş, çeşitli dergilerde çalışmış, onlarca kitap yazmış, Türkiye´den ve dünyadan çeşitli sanat ödüllerine layık görülmüştür. 
Yarattığı mistik şiir tarzıyla ona "Sezo" diyen Cemal Süreya tarafından "Mehmet Akif ve Necip Fazıl karışımı şair" şeklinde tanımlanmış, benzetildiği Necip Fazıl´la dava kardeşliğine mazhar olmuştur. Monna Rosa şiiri ile efsaneleşen şair yaşayan en büyük Türk şairlerinden biri olarak gösterilmekte, aşıladığı birlik bilinci ile ne kadar büyük bir düşünür olduğunu ortaya koymaktadır. Türk şiirinin efsanelerinden Sezai Karakoç´u aşağıdaki galeri ile biraz daha iyi tanıyacaksınız. "Yıkılmış ve yeniden doğmaya çalışan bir toplumun, bir kültürün, yıkılmış ve yeniden yapılan bir şehrin ve savaşın; siyasi, sosyal, ekonomik  yıkıntıları içinden doğrulmaya çalışan bir ailenin ferdi olarak Zülküf Dağı’nın eteğindeki o küçük kasabada dünyaya geldim. İşte bu dört yıkılmışlık içinde 1933 yılı baharında Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde doğdum. Annemin deyişiyle Gülan ayında bir günde. 
Gülan, Mayıs´ın eski adı yani güller, gülün açıldığı ay. Eskiler isim semadan gelir derler. Eğer böyleyse isimlerimiz bize ilahi bir armağandır. Bu yüzdendir ki Kuran-ı Kerim açılarak konmuş ismim. O zamanlar her ismin bir de mahlası olurdu; İsmim Muhammed mahlasımsa Sezai. Doğduğum ev ise Ergani ortasında bir ev. O yıllar çok evimiz varmış, babam ekonomik durumumuz bozuldukça evleri birer birer elden çıkarmış." 
Ahmet Sezai henüz 1-2 yaşlarındayken aile bakırdan bir kasabaya, Madene taşınır. Burada oturdukları ev yüksekçe bir tepededir ve çok ilginçtir ki kızlar arasında bu ev hakkında cin söylentileri dolaşmaktadır.
Bir gün küçük Sezai evde tek başınayken yarı karanlıkta süslü elbiseler giyinmiş cinler görür veya gördüğünü sanır. Cin taifesi düğün yapmakta ve gelin götürmektedir. Bu olay Ahmet Sezai’yi oldukça etkiler. Bu olay bir anlamda hayatında ki mistisizmin ilk kesiti, ilk görüntüsüdür.
Sanat hayatına başladıktan sonra şair bu olay ve Maden kasabasını şu şekilde dile getirir;
"Ahmet Hamdi Tanpınar ‘Antalyalı genç kıza mektup’ yazısında ilk sanat zevkini Ergani madeninde 2-3 yaşlarında bir kış günü pencereden izlediği kar yağışı olarak algıladığını söyler. Bende ilk sanat algılarımı Maden’de aldım diyebilirim."Parasız yatılı okuyacağı okul Maraş Ortaokuludur. Maraş bir ateşi alevlendiren şehirdi bu ateş Ahmet Sezai’nin içinde yanan ateşti.
"Maraş çocuk yüreğimin ateş aldığı yer, belki ondan öncesi bir rüyaydı, bu ateş Maraş’ta yanmaya başladı. Oraya geldiğimde karşımda okul duruyordu, bu hayatımda gördüğüm ilk kaloriferli binaydı ve hayatımda ilk defa zeytin ağacını burada görüyordum. Harçlığım çok sınırlı olmasına rağmen kitaplar alıyor ve divan şiirlerini ezberliyordum. Henüz ortaokula gidiyorum bendnameler ezberliyor ve Mesnevi´yi anlamaya çalışıyordum bu çok erken bir uyanmaydı."Okul yaz tatiline girdiğinde Ahmet Sezai, Ergani’ye döner. Bir arkadaşı elindeki gazeteyi savaş bitti diye ona uzatır. 1945 Ağustos ayında atom bombası atılmış ve savaş sona ermiştir. Ve Ahmet Sezai ilk eserlerini bu yaz tatillerinden birinde verir. Ancak onun aklında sanatçı olmak yoktur." İlk şiirlerimi bu yaz tatillerinden birinde yazdım. Kompozisyonlarım çok iyi olmakla birlikte şiir yazmak ve şair olma aklımdan geçmiyordu. Bilim yolunda hizmet gibi bir idealim vardı.
Sezai Karakoç Ortaokulu başarıyla bitirmiştir. Bu sefer yolculuk Gaziantep’edir. 1947 yılında kaydolduğu Gaziantep Lisesi disiplinli oluşuyla ünlüdür. İlgi alanı gittikçe genişlemiştir. Batı edebiyatını inceler. Shakspeare’in piyeslerini Andre Gide’nin Dünya Nimetlerini, Dohame’nin bazı eserlerini. Verter’i ve daha başkalarını okur. 
Lise tatile girdiğinde hemşerisi de olan bir sınıf arkadaşıyla memlekete dönmektedirler. Trende bir tanıdıklarına rastlarlar adam bir isim vermeden İstanbul’da bir hemşerilerinin öldüğünü ve cenazesini kaldırdıklarını anlatır. Adres vermese de tarif ettiği ev onların evidir. Ahmet Sezai’nin askerdeki ağabeyi ölmüştür. Sezai o anı şöyle anlatır; "Yüreğim yanarak kara trenin penceresinden uzun süre dağlara, ovalara, yamaçlara, tünellere baktım durdum. Trenin ıslak kömür tozları gözyaşlarıma karışıyordu."
Lise yılları Ahmet Sezai’nin Necip Fazıl’ı ve büyük doğuyu dikkatle takip ettiği yıllardır. Necip Fazıl’a bir mektup yazar ve bu mektupla beraber Mehmet Levendoğlu imzasıyla sabır adlı şiirini gönderir. Levendoğlu ailesinin lakabıdır. Sezai henüz 16 yaşındadır ve yolladığı "Sabır" adlı şiir dergiye gelen 300 şiir arasından seçilerek yayımlanır. Sabır şiirinde şöyle der Mehmet Leventoğlu mahlaslı Sezai Karakoç;

  • Yeter
  • Bunca sabır!
  • Kır
  • Hududu
  • Mehmedim!
  • Kader
  • Dokudu
  • Kilim;
  • Ser
  • Odaya!
  • İlim:
  • Merdiven daya
  • Çık aya!
  • İman:
  • Al eline bastonu;
  • Sonu
  • Sonsuz(a)
  • Yürü
  • Sürü sürü
  • (Yalan)ı yara yara
  • Var (Var)a

Edebiyatla biraz ilgisi olan herkesin bildiği Monna Rosa akrostişi ve o akrostişin ilk harflerinin oluşturduğu Muazzez Akkaya ismi dilden dile anlatılarak efsanevi bir hâl almıştır. 
Muazzez Akkaya Sezai Karakoç ve Cemal Süreya´nın sınıftan arkadaşıdır. Sezai, Muazzez´e büyük bir aşkla bağlıdır ve Muazzez´in anlattığına göre ona kitaplar, şiirler hediye eder. Bu bağlılık sadece Sezai´ye özgü değildir, o sırada Cemal Süreya´da Muazzez´e tutulmuştur. Öyle ki zaman zaman mantosunun cebinde şiirler bulan Muazzez, bunların kime ait olduğunu anlamaz. Ancak daha sonra sınıfa girdiğinde Cemal Süreya´nın, mantonun cebine konan şiirlerin aynısını tahtaya yazdığını fark eder.  
Pek de gizli olmayan ikinci aşığı Cemal Süreya´dır. Sezai Karakoç´ta tutku halini alan bu aşk, kendini Monna Rosa ve Ping-pong Masası şiiri olarak gösterir. Özellikle Ping-pong masası şiiri bu aşkın boyutunu çok iyi gösterir, Muazzez Akkaya gayet iyi pingpong oynayan hatta okul takımında olan bir genç kızdır.
20 Nisan 1952, günlerden Pazar, sınıfça bir kır gezisi düzenlenir. Arkadaşları ıslarla Monna Rosa’yı okumasını isterler. Gönlü onları kırmaya elvermez ve okur. Bir üst sınıftan arkadaşı olan Cevat Geray bu şiiri ister. Cevat Geray, Sezai’den habersiz şiiri alıp Hisar dergisindeki arkadaşlarına götürür. Şiir hisarda yayınlanır ve büyük bir ilgi ile karşılanır. Şiir o kadar büyük bir ilgi görmüştür ki ardından Mülkiye dergisinde yayınlanmış ve adına nazireler yazılmıştır.
Bu aşk hikayesi Sezai Karakoç tarafından yalanlanırken, Muazzez Akkaya tarafından doğrulanır. Ancak Muazzez Akkaya’nın bu şiirden sonra şiirin Sezai Karakoç tarafından okunduğu yeri terk edip intihar ettiği gibi bilgiler gerçek dışıdır. Zira Muazzez Akkaya bir müddet Amerika’da yaşamış, hatta yakın dönemde Türkiye’de bir bankanın reklam filminde bile yer almıştır. Tüm bu bilgilere karşın Sezai Karakoç şiirin sadece sanat amaçlı yazıldığını şu sözlerle açıklar:
“Bu şiir gittikçe beni dünyasına çekmekteydi. Gül kavramını yeniden diriltmenin gereğini düşünüyordum hep. Monna Rosa böyle doğdu, modern bir Leyla ile Mecnundenemesiydi bu. Bir gencin dilinden anlatılış şeklinde başladı şiir. Rosa bilindiği gibi gül demektir. Böylece aşağılanan gül kavramını yeniden gündeme getirmek istedim.’’
“Monna Rosa’nın her şiir gibi bir doğuşu vardır. Ama şiire bakıp bir takım senaryolar uydurulduğu söyleniyor ki bunların çoğu asıl ve esastan mahrumdur şüphesiz. Şiire bakıp tümünü hayatın bir fotoğrafı gibi düşünmek, şiiri hiç anlamamak demektir. Dante’nin ilahi komedyasında geçen Beatris´in gerçekten var olup olmadığı tartışılmış ve bir takım yakıştırmalardan öte kimlik bağlantısı kurulamamıştır.”
Ve aşk… Sezai’nin içinde bir çiçek filizlenmektedir. Sevdiği biri vardır ve hayatını onunla birleştirme düşüncesindedir. Aylardan Gülan, yitik bir aşkın yaşanmaya başladığı bir zamandır. Nişanlanmaya niyetlenir, babasına bir mektup yazar ancak cevap olumsuzdur. Kalbi bu mektupla gelen fırtınalarla savrulur. O kadar büyük elem duymaktadır ki Rüzgâr şiirini yazar. Rüzgâr bir tercihin değil alın yazısının resmidir.
Ve Sezai’ye evlenmek ömrü boyunca nasip olmayacaktır…
Rüzgâr
Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım! 
Gelin duvağından kopan bir rüzgâr... 
Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım; 
Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar... 
O ceviz dalları, o asma, o dut, 
Gül gül, mektup mektup büyüyen umut... 
Yangından yangına arda kalmış tut. 
Muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar. 

Sezai karakoç kimdir 2
Cemal Süreya ve Sezai Karakoç görev icabı iki farklı şehirdedirler ve fikir paylaşımları ancak mektup yoluyla gerçekleşebilmektedir. Bu mektuplarla birlikte yeni yazılmış şiirler de karşılıklı paylaşılır ve yorumlanır. Sezai Karakoç yazdığı bir mektubun yanında bir de “Balkon” adını verdiği şiiri yollar Cemal Süreya’ya.
Şiir şöyledir;
Balkon
Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde
 
İçimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanın ölü
 
Gelecek zamanlarda
Ölüleri balkonlara gömecekler
İnsan rahat etmeyecek
Öldükten sonra da
 
Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarları

Cemal Süreya bu şiiri okumuş ve hayran kalmıştır. Birkaç gün sonra Pazar Postası adlı dergi Sezai Karakoç’un önüne gelir. Dergiye göz gezdiren Sezai Karakoç bir an çok şaşırır ve kızar. Çünkü Cemal Süreya’ya yolladığı mektuptan bazı pasajlar ve mektubun içine iliştirdiği Balkon şiiri dergide yayınlanmıştır. Bunu Cemal Süreya’nın yaptığını anlayan Sezai Karakoç bu duruma çok sinirlenir ve Cemal Süreya’ya çok sert bir mektup yazar. Ama birkaç gün sonra mektup geri gelir çünkü şiirinin Pazar Postası’nda çıkmasına o kadar sinirlenmiştir ki Cemal Süreya’nın adresini eksik yazmıştır. Bu sefer bir başka mektup yazar ve “Sana çok ağır bir mektup yazmıştım, kızgınlıkla adresi eksik yazmışım, mektup geri döndü, bir daha benden habersiz bunu yapma.” der.
Daha sonra Muzaffer İlhan Erdost yeni bir şiir akımının doğduğunu ve bu şiir akımının “Garip Akımı”nın karşıtı olarak yeni bir dil getirdiğini söyler ve bu şiir akımına “İkinci Yeni” diyerek akımın isim babası olur, böylelikle taşlar tam anlamıyla yerine oturur.  Ancak Sezai Karakoç bu şiir üslubunun “Yeni-Gerçekçi Şiir” olarak anılmasını ister.
6 Ocak 1959 yılında Mesevet Kıraathanesi’nde otururken sirkeci faciası yaşanır. Sezai Karakoç çok sayıda insanın hayatını kaybettiği bu faciada yaralanır.
‘’Bu faciadan sonra yazdığım Ben Kandan Elbiseler Giydim Hiç Değiştirsinler İstemedim adlı şiir Sirkeci infilakı, ölüm ve annemin hatırası arasında hatıralarla ilgi kuran bir şiirdir.’’
"Kendinden birşeyler kattın 
Güzelleştirdin ölümü de 
Ellerinin içiyle aydınlattın 
Ölüm ne demektir anladım 
Yer değiştiren ben değildim 
Farklılaşan sendin 
Sendin bana gelen aynalarla 
Sendin bana gelen sendin 
Artık ölebilirdim 
Bütün İstanbul şahidim
Ben kandan elbiseler giydim 
Bundan senin haberin var mı"

Aynı yıl uğruna kandan elbiseler giydiği ilk kitabı Körfez yayınlanır.
“Sirkeci infilakında ortalığa saçılmış olmasına rağmen ilk şiir kitabımı hazırladım. Tüm şiirlerimi basacak param olmadığı için şiirleri ikiye ayırdım. Daha metafizik ve ferdi olanları Körfez´de yayınladım ve arkadaşlarım Doğan Yel ile Cafer Canlı’dan borç alarak kendim bastırdım.’’    İslam medeniyetinin yeniden dirilişi için aydınların bir araya gelmesi gerektiğini ifade eder. Birlik idealinin önemine dikkat çeker. Durmadan birleşme, durmadan yakınlaşma, durmadan kaynaşma. Afrika’nın bir ucundan, Filipin Adaları’na kadar kesiksiz uzayan bir diriliş.
Birlik Çağrısı
Ey Azerbaycanlılar, Türkistanlılar, Kafkaslılar, Nijeryalılar, Mısırlılar, Suriyeliler, Bağdatlılar, Amerika’daki Müslüman zenciler, Bosnalılar, Malezyalılar ve daha nice ülkelerde bulunan ve her biri kendi içinde suni ayrılıklarla birbirinin boğazına sarılsın diye kışkırtıcılığın her türlüsüyle karşı karşıya gelen can kardeşlerim! 
Her türlü doktrin, her türlü baskı, her türlü savaşla kendi öz gerçeğine dönmekten alıkonan gök medeniyetinin çocukları.
Ne zaman birbirimizi anlayacak, birbirimize yaklaşacak ve aynı ilhamın bahar sıcaklığındaki doğurucu soluğunu omzumuzda duyacağız?
Bir gün bir konferansta öğrencilerden biri ayağa kalkar ve Sezai Karakoç’a; ‘’Efendim, siz Türkiye, Irak ve Suriye’nin birleşmesi gerektiğini, aralarındaki sınırın suni olduğunu, kaynaklarını birleştirmeleri gerektiğini, ihtilafların ancak bu şekilde çözüleceğini söylüyorsunuz ama Suriye Hatay üzerinde hak iddia ediyor. Hatay’ın Suriye’ye ait olduğunu söylüyor.” der. 
Sezai Karakoç bu soruya çok çarpıcı bir üslupla şöyle cevap verir; ‘’Elbet deki Hatay Suriye’nindir. Konya’da Suriye’nindir ve hatta İstanbul’da Suriye’nindir. Nasıl Şam bizimse Halep bizimse bu şehirlerde Suriyelilerindir. Suriye halkınındır."1983 yılının Mayıs ayı Necip Fazıl Kısakürek’in vefat haberi gelir. Cenazeye katılır, bu hayatında ki en büyük üzüntülerden biridir. Maraş’ta sevinciydi o, Gaziantep’te hocası. Ankara’da dostu, Malatya’da dert ortağı, yerde yoldaşı, gökte arkadaşıydı o. Sezai büyük bir elem duyuyordu büyük bir suskunluğun içine düştü.
‘’Üstat Necip Fazıl aramızdan ayrılıp adeta bir kuş gibi uçup gitti. Dev sulara karşı bir ömür boyu gerilmiş kolla düştü. Ve yüzyılımıza şeref olan şiir saati durdu. Ve doğru, iyi ve güzle için yükselen ses sustu. İslam’ın onuru için çağın çelik yüzüne karşı koyan elmas kas gevşedi. Evet, bir kahraman düştü toprağa. Bir kez daha, bin kez daha yeşerip boy atacak tohum olarak düştü. Kartal süzülüp gitti. Sonsuz göklerde kayboldu. Bize ne düşer susmaktan başka." 
 90’lı yıllara gelindiğinde Diriliş bu kez siyasi yönleriyle gündeme oturur. Diriliş Partisini kurar. Diriliş Partisini programı muhtevasıyla alışıla geldik parti programından farklıdır. Partinin İstanbul il merkezinde haftada bir cumartesi sohbetleri yapılır. Bu konuşmalar çıkış yolunu hazırlar. 
Yıllardan bu yana özenle örülmüş diriliş fikri, partiyle bir siyaset ödevi olmanın önemini yüklenir. 2 dönem üst üste seçimlere katılmadığı için kapatılan parti takvimler 16 Nisan 2007’yi gösterdiğinde bu kez Yüce Diriliş Partisi adıyla yeniden boy gösterir. Parti günümüzde hala faal bir şekilde işleyişine devam etmektedir. Her ne kadar fazla destekçisi olmasa da Sezai Karakoç’a göre bayrağı ondan devralacak kişi büyük bir başarı sağlayacak ve büyük bir ilerleme kaydedecektir.
2006 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafında Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nün Sezai Karakoç’a verilmesi kararlaştırılır. Sezai Karakoç ödülün takdimi ile ilgili olarak bir tören düzenlenmesini istemez. Ödülün kendisine posta yoluyla gönderilmesini bakanlığa yazdığı bir yazıyla ister. Para ödülünü ise almayacaktır. 
1968’de Milli Türk Talebe Birliği Milli Hizmet Armağanı, 1970 yılında Gümüş Hürriyet Madalyası, 1982’de Türkiye Yazarlar Birliği Hikâye Ödülü, 1991’de 12.Dünya Şairleri Kongresi’nde World Academy of Kolcher ödülünü, 2006 yılında Kültür Bakanlığı Özel Ödülü, 2011’de Cumhurbaşkanlığı Edebiyat Ödülünü kazanmıştır. Ödüllerinin hiç birini almaya gitmemiştir
Sezai Karakoç aynı zamanda imza vermekten de pek hoşlanmaz. Okurunun, onu okuyarak yeterince ödüllendirdiğini düşünür. Ve bir tek okurunun hoş yorumunu aldığı hiçbir ödüle değişmez.
Şiiriyle, sanatıyla, dünya görüşü ve dava anlayışla kendi çağının üzerine çıkan Sezai Karakoç, yaşadığımız çağın üstünde bir şair olmaya devam etmektedir. İnancı ve dava anlayışıyla bayraklaşan şair, şiirde devrim yapmış ve tüm tabuları yıkarak sesini en yüksek perdeden duyurmayı başarmıştır. 
Hala şiir dünyasının yaşayan en büyük ve en saygın ismi olan Sezai Karakoç, tramvayla Yüce Diriliş Partisi’yle Diriliş Yayınları arasında gidip gelmektedir. Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydaysanız etrafınıza iyice bir bakın belki de Üvercinka’da bu dizelere yer veren Cemal Süreya’nın “Sezo”suyla karşılaşabilirsiniz.
Büyük şaire en içten hürmetlerimizle…
Cemal Süreya´nın kaleminden Sezai Karakoç: 
"Bulgucu adam. Belki de ülkemizdeki tek bulgucu. Çok daha yetenekli bir Mehmet Akif´in tinsel görüntüsüyle adamakıllı dürüst bir Necip Fazıl´ınkini iç içe geçirin, yaklaşık bir Sezai Karakoç fotoğrafı elde edebilirsiniz. (...) Öyle bir Müslüman ki Marx da bilir, Nietzsche de bilir. Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever. Nâzım da okur... Alçak gönülle katı yüksek uçuyor... Şemsiyesi yok. “ 
MONA ROSA Mona Rosa. Siyah güller, ak güller. Geyve´nin gülleri ve beyaz yatak. Kanadı kırık kuş merhamet ister. Ah senin yüzünden kana batacak. Mona Rosa. Siyah güller, ak güller. Ulur aya karşı kirli çakallar, Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa. Mona Rosa bugün bende bir hal var. Yağmur iri iri düşer toprağa, Ulur aya karşı kirli çakallar. Açma pencereni perdeleri çek, Mona Rosa seni görmemeliyim. Bir bakışın ölmem için yetecek. Anla Mona Rosa ben bir deliyim. Açma pencereni perdeleri çek. Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi, Bende çıkar güneş aydınlığına. Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi. Seni hatırlatır her zaman bana. Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi. Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur. Bir mumun ardında bekleyen rüzgâr, Işıksız ruhumu sallar da durur. Zambaklar en ıssız yerlerde açar. Ellerin, ellerin ve parmakların Bir narçiçeğini eziyor gibi. Ellerinden belli olur bir kadın, Denizin dibinde geziyor gibi. Ellerin, ellerin ve parmakların. Zaman ne de çabuk geçiyor Mona. Saat on ikidir söndü lambalar uyu da turnalar girsin rüyana, Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar. Zaman ne de çabuk geçiyor Mona. Akşamları gelir incir kuşları, Konarlar bahçemin incirlerine. Kiminin rengi ak kiminin sarı. Ah beni vursalar bir kuş yerine. Akşamları gelir incir kuşları. Ki ben Mona Rosa bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında. Hayatla doldurur bu boş yelkeni. O masum bakışların su kenarında. Ki ben Mona Rosa bulurum seni. Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa. Henüz dinlemedin benden türküler. Benim aşkım uymaz öyle her saza. En güzel şarkıyı bir kurşun söyler. Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa. Artık inan bana muhacir kızı, Dinle ve kabul et itirafımı. Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı Alev alev sardı her tarafımı. Artık inan bana muhacir kızı. Yağmurdan sonra büyürmüş başak, Meyveler sabırla olgunlaşırmış. Bir gün gözlerimin ta içine bak Anlarsın ölüler niçin yaşarmış. Yağmurdan sonra büyürmüş başak. Altın bilezikler o kokulu ten Cevap versin bu kuş tüyüne. Bir tüy ki can verir gülümsesen, Bir tüy ki kapalı geceye güne. Altın bilezikler o kokulu ten. Mona Rosa. Siyah güller, ak güller. Geyve´nin gülleri ve beyaz yatak. Kanadı kırık kuş merhamet ister, Ah senin yüzünden kana batacak. Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Sezai KARAKOÇ