Yıllarımızı hep bir vesile ile hayatımıza dâhil ettiğimiz kişilerle geçiriyoruz.

Kimisi arkadaş kimisi akraba kimi de dost. Kimileri bizi olduğumuz gibi kabul ediyor kimileri de bizi değiştirmek için elinden geleni yapıyor.

Peki, dostlarımız her zaman bizim onlara yaklaştığımız ya da davrandığımız gibi mi davranıyorlar? Bu çoğu defa mümkün olmuyor. Dönüp bakıyoruz geçmişten günümüze kaç kişi ile yol almışız. Bu durum çok ender görülüyor.

Hal böyle olunca duygusal çöküntünün enkazında buluyoruz kendimizi. Neden sonra bir ses, bir suret beliriveriyor yeni bir dost edindiğimizi düşünerek içimizin güven çemberini genişletip imara açıyoruz: Yeni bir dosta.

Geçmiş enkazlarımızı tecrübe belleyerek sağlam temeller ile güçlendirmenin gayreti içerisine giriyoruz. Sonra yine hüsran.

Bir anda ne olduğunu anlamadığımız şekilde kendimizi enkazın altında bulduğumuz oluyor.

Sahtelikler, menfaatler doğrultusunda yaklaşımların yaşantıların bu denli çoğaldığını fark edip ve durumdan çokça üzülüp kendimizi gözyaşı nehrinin derinliklerinde buluyoruz.

Kulak kesildiğimiz birçok söylemlerin başında gelir oldu artık ihanetin en yakınımızdan geldiği durumlar.

Arkadaşlık, vefa… Bunlar çok eskilerde kalmış duygular gibi.

Ve elbette aksi yaşanan birliktelikler de var. Birbirine gerçek manada saygı ve güven duyan dostlukların olduğunu, kimsenin kimseyi değiştirmeden birlikte yol alan dostlukları da görmezden gelmiyoruz. Özenti ve temennimizi hiç kaybetmememiz gerektiğini unutmuyor ve gerektiğinde bunu hatırlatmaktan kaçınmıyoruz. Dost üzerine söylenilebilecek bir sürü cümle vardır ama asıl mesele nasıl dost olunmalı?

Dost, kendi çıkarları için değil seni sen olduğun için seven insandır, seni değiştirmeyen hatta değişmediğin için seni sevendir. İnsan, dostunun huyunu alır. Gerçek bir dost iki gövdede yaşayan bir ruhtur.

Kapınızı çalanların dostluk manasını bilenlerden olmasını dilerim.

En yakın dostumuzun kendimize en çok benzeyen olduğunu hatırlatarak dostça kalmanız, dost olmanız temennilerimle.

Haftaya görüşmek üzere.