Ermenilerin Türklerle münasebeti 1060’lı yıllardan başlar. 1071 ve sonrasında Bizans’ın “Dağlı Hristiyanlar” diyerek şehir merkezlerine dahi sokmaktan imtina ettikleri Ermenilerle dostane ilişkiler geliştirirler. Türkler, özellikle demir, altın ve gümüş gibi madenleri işlemede mahir, taş işçiliğinde oldukça usta olan bu halk ile iyi anlaşırlar. Türkler, kurdukları şehirlerde Ermenilerin yaşamalarına müsaade etmekle kalmaz aynı zamanda onlara ortaklıklar kurar, iş yapar, malını ve mülkünü yeri ve zamanı geldiğinde onlara emanet ederdi. Diğer taraftan Türkler tarafından hiçbir azınlığa tanınmayan imtiyazlar Ermeni halkına tanınmıştı. Hristiyanlığın Gregoryen mezhebine bağlı olan Ermeni milletinin hakkını en başta kendi dininden olan Ortodokslara ve Katoliklere karşı Türkler korumuştu. Sultan II.Mehmed, İstanbul’u başkent ilan ettikten sonra atası sultan Orhan gibi Ermenilere ihsanlarda bulunmuş, onların bir kimlik olmalarını sağlayacak, mezheplerini, dillerini ve kültürlerini özgürce yaşayacakları bir noktaya taşıyacak bir himmette bulunmuştu. Bursa’da yaşayan Ermeni Patriği Hovakim Efendi’yi İstanbul’a getirtip Ermeni Cemaatinin dini lideri olarak atamıştı. Böylece Ermeni halkı, haklarının korunmasında önemli bir kazanım elde etmişti. Katolik ve Ortodoks mezheplerinin karşısında bir güç olmayı, haklarını korumayı, dinlerini ve dillerini yaşamayı başarmışlardı.

Fatih Sultan Mehmed devrinden sonra da Ermeniler hem İstanbul’da hem de Anadolu’daki şehirlerde özgürce yaşayan Ermeniler, 19. Yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren özellikle Rumların Mora’da isyanları ve ardından Yunanistan’ın bağımsızlığını elde etmesinin ardından dil bilen insana ihtiyaç duyulmaya başlanınca Ermeniler bir adım daha öne çıktılar. Millet-i Sadıka adıyla nam salmış olan Ermeniler, özellikle hariciyede önemli görevlere getirildiler. Sarayın doktoru, bürokraside birçok bürokrat, sarayın mimarları, orta ve küçük dereceli devlet memuriyetleri Ermeniler tarafından görev alanları oldu. Meşrutiyet dönemiyle birlikte birçoğu meclis azalığına veya milletvekilliğine seçildiler. Öyle ki tarım, zanaat ve sanayi alanında yaptıkları yatırımlarda devlet desteğini görüp zenginleştiler. Öyleki Fransa, İngiltere, Almanya ve ABD’de ortaklar bulup ticaret yaptılar. Hatta bazıları çifte vatandaş statüsünde kapitülasyonlardan en üst seviyede yararlandılar.

Peki Ne oldu?

Osmanlı Devleti’nin eski güç ve ihtişamını yitirdiği dönemde dış faktörler, Osmanlı için siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal yapılarında kırılmalara neden oldu. Sanayi inkılabını tamamlamış Batılı devletlerin hammadde ve pazar arayışında hedef haline gelen Osmanlı topraklarında parçala böl ve yut politikaları uygulanmaya başlandı. Fransız İhtilali’nin sonuçlarının da tesiriyle azınlıklar, yeni siyasi haklar talep etmeye, buldukları destekle bağımsızlık hareketlerine yöneldiler. Sırplar, Rumlar ve ardından Ermeniler etnik ve dinsel temellere dayalı isyanlar çıkardılar. Tabi ki bu isyanların çıkmasında Avrupalı misyonerlerin çalışmaları, açılan okulların, hastanelerin ve yetimhanelerin Osmanlı’daki azınlıkları kışkırtmaya yönelik faaliyetleri etkili oldu. Cizvit Tarikatı başta olmak üzere menşei Avrupa olan Hristiyan cemaat ve tarikatlara mensup misyonerler Osmanlı Devleti’ni parçalamak için çok çeşitli yollara baş vurdular. Misyonerlerin çalışmalarının karşılığını almaya başlayan Avrupalı devletler (İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya, Avusturya) ve ABD, işin daha profesyonel yürütmeye başladılar. Misyoner papazların, rahip ve rahibelerin yanında sözde arkeolog gerçekte iyi yetiştirilmiş ajanlar, görünürde tüccar gerçekte askeri, ekonomik ve diplomatik anlamda iyi yetiştirilmiş casuslar Anadolu başta olmak üzere Osmanlı coğrafyasını karış karış gezmeye, azınlıkları devlete karşı örgğtlemeye başladılar. İşte böylesine bir süreçte daha önce hiçbir değer atfedilmeyen Gregoryen Ermeniler, misyonerler ve özel yetiştirilmiş casuslar tarafından önce Protestanlığa ve Katolikliğe geçmeye sonra da ulusçu fikirlerle etnik milliyetçilik yapmaya sevk edildiler. Özellikle American Board of Commissioners for Foreign Missions (ABCFM) adlı kuruluş Anadolu’da 1832’den itibaren Ermeniler üzerinde etkili olmaya başladılar. İngilizlerin Ermenilere yönelik emelleri yarım asır kadar sürdü. Sonrasında sıcak denizlere inme hususunda planları olan Ruslar Ermeniler üzerinde etkili olmaya başladılar. 93 Harbi ve sonrasında imzalan Berlin Antlaşması ile Ermeni Meselesi uluslararası bir boyut kazandı. Bu durum hali hazırdaki Ermenistan topraklarından başlayıp Doğu ve Güney Doğuyu içine alan ve Adana’dan Akdeniz’e ulaşan Büyük Ermenistan hayalinin ortaya atılmasında etkili oldu. Öyle ki Hınçak, Taşnak, Armenikan gibi Ermeni etnik kimliğini kullanan daha doğrusu Avrupalılar ve Rusların maşası olan Ermeni terör örgütleri kuruldu. Bu örgütler, Ermenilerin yaşadıkları şehirlerde terör faaliyetlerine başvurdular. Hiçbir Osmanlı toprağında nüfus olarak çoğunlukta olmadıklarını bildikleri için Türk ve Kürt ahaliye yönelik katliamlara giriştiler. Amaçları Ermeni Meselesini sıcak tutmak, Anadolu’da Van, Bitlis, Kars, Ardahan, Maraş, Antep vb şehirlerde demografik yapıyı Ermeniler lehine değiştirmekti. Elbette bu örgütlerle hareket etmeyen, Avrupalıların oyuncağı olmak istemeyen, kadim komşuları Türklere karşı ihanet etmek istemeyen Ermeniler de vardı. Onları da bu terör örgütleri Milli Davalarına hizmet etmemek, düşmanla işbirliği yapmak yani Ermeni milletine ihanet etmek gibi suçlarla suçlayıp katlettiler. Osmanlı başkentinde Osmanlı Padişahı Sultan II. Abdülhamid’e suikast girişiminde bulunmak, banka basmak, Zeytun, Adana ve Van gibi şehirlerde toplu isyanlar çıkarmak gibi kabarık suçlar işleyen Ermeni terör örgütleri, I.Dünya Savaşı’na kadar her türlü ihanet yoluna baş vurdular. Avrupalı devletlerin destekleriyle serbest kalan katiller, hesabı sorulamayan olaylar Ermenilerin genelinde Büyük Ermenistan kurma hayalini güçlendirdiği gibi terör faaliyetlerinde azgınlık derecesinde ilerletmelerine neden oldu.

İhanet ve Tehcir Kanunu

I.Dünya Savaşı’nda Almayan ile birlikte İttifak grubunda savaşa giren Osmanlı Devleti, Kafkas, Çanakkale ve özellikle Suriye cephelerinde Fransızlara, İngilizlere ve Ruslara karşı zor şartlar altında mücadele ederken bu cephelere yakın şehirlerde yaşayan Ermeni çeteler, Türk ordusunun ikmal yollarına saldırmaya, gece baskınları yapmaya, geride bırakılan ihtiyat birliklerine hücum etmeye başladılar. Genel seferberlik çerçevesinde silah altına alınan erkeklerden dolayı neredeyse iyice boşalmış, yaşlılar, kadınlar ve çocuklardan müteşekkil Müslüman köylerine saldıran Ermeni teröristler katliamlar yapmıştır. Cephede düşmanla içeride ise ihanet eden Ermeni çetelerinin saldırısına maruz kalan yani iki ateş arasında kalan Osmanlı idarecileri 24 Nisan 1915’te çıkardığı ve 27 Mayıs 1915’te tam manasıyla uyguladığı Tehcir Kanunu ile teröristlerin yakalanması emrini vermiştir. Öbür taraftan isyan eden ve Müslüman ahaliye zarar veren Ermeni aileler devlete ve millete zarar vermeyecekleri noktalara göç ettirildiler. Öyle ki bu göç durumunda zarar görmemeleri için çok ciddi önlemler alındı. Bu kanun tek amacı Türkleri korumak değildi. Öbür taraftan suça bulaşmış veya bulaşmamış Ermeniler ile Türkler arasında daha sonraki bir süreçte kan davaları oluşmaması, iki tarafın zarar görmemesi için bu kararlar alınmıştır. Ayrıca göç ettirilen Ermeniler, bugün ki Suriyeliler gibi bir başka ülkeye sığınmacı olarak gönderilmemiş, Yahudilere Almanların yaptığı gibi soykırım uygulanmamıştır. Van’da huzursuzluk çıkaran bir Ermeni aile yine başka bir Osmanlı toprağı olan Konya’ya, Maraş’ta huzursuzluk çıkaran bir aile ise Halep’e göç ettirilmiştir. Bu bir sistematik soykırım değil yer değiştirme uygulamasıdır. Balkanlarda ve Kafkaslarda Türklere ve Çerkezlere yapıldığı gibi yerlerinden yurtlarından atılıp, yollarda kurşunlara dizilerek bir katliam yapılmamış, bilakis ailesine Ermenilerin zarar verdiği askerlerin taşkınlık yapmaları durumunda dahi askerler şiddetle cezalandırılmıştır.

Savaş Sonrası…

Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’nı kaybettikten sonra imza ettiği Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında 1915 Tehcir Kanunu ile göç ettirilen Ermeniler yurtlarına geri dönmüşlerdir. Hatta Anadolu’da demografik yapıyı değiştirmek için başka yerlerden Anadolu’ya bazı Ermenilerin göç ettirildikleri görülmüştür. Ermeniler, Anadolu’da mütareke yıllarında Türk ve Müslüman ahaliye karşı katliamlar yapmaya devam etmişlerdir. Paris Barış Konferansı sırasında Osmanlı’yı parçalamak için toplanan Avrupalı devletlerin temsilcilerine (başkanı ve kralı) Bogos Nubar Paşa, “Rus ordusunda, Fransız kuvvetleri içerisinde Ermenilerin asker olarak, İngiliz ve ABD’nin ise tüm yapılarında gönüllü olarak çalıştıklarını, Türklere karşı onlara her türlü desteği verdiklerini ve şimdi de onların kendilerine vaat ettikleri Büyük Ermenistan’ı kurup teslim etmelerini” istemiştir. Savaş sonrasında İşgal bölgelerinde İttihatçı avı adı altında Milli kimlikte hareket eden her kim varsa onu suçlu ilan edip ortadan kaldırmak için gayret etmişlerdir. Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’i hükümet eliyle idam ettirirken, Talat Paşa’yı, Cemal Paşa’yı, Sait Halim Paşa’yı kancıkça pusularla şehit etmişlerdir. Maraş, Antep ve Urfa’da Türk ve Müslüman halk Ermenilere ve işgalci Fransızlara, Kurtuluş Savaşı’nda ise Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları işgalcilere karşı zaferle zafer kazanınca Ermenilerin Anadolu’da büyük bir Ermenistan kurma hayalleri sona ermiştir.

Ne İstiyorlar?

Avrupa’da ve dünyanın değişik bölgelerinde örgütlenen Ermeni Diasporası, 1970 yıllarda Asala 1980’den itibaren de PKK ve uzantıları aracılığıyla Türk’e ve Türk devletine karşı düşmanca tutumlarını sürdürmüş, terör faaliyetlerini sürdürmüştür ve sürdürmeye devam etmektedir. 1990’lı yılların başında Azerbaycan’da Karabağ’da ve Hocalı’da Türk katliamına devam etmişlerdir. Bu süre zarfında yalan bilgi ve sahte belgelerle Türkiye’yi ve Türkleri soykırım yapmakla suçlamaya devam etmektedirler. 2015 yılında Tehcir Kanunun 100. Yılı münasebetiyle daha komplike hareket etmeye başlamışlardır. Özellikle Türkiye’nin bölgede söz sahibi olmasını istemeyen ABD başta olmak üzere Batılı devletler, Türkiye’yi Ortadoğu politikasından, Doğu Akdeniz politikasında, Rusya ile yakınlaşmasından, İsrail ile olan sert ve katı politikasından dolayı cezalandırmak için her türlü fırsatı kullanmaktadırlar. AB ve ABD’nin daha önce Ermenilerin iddialarını kabul etmemeleri, sonraki yıllarda ise Ermeni sevici görünmelerinin temelinde bir Ermeni katliamı olması değil, kendi çıkarlarıyla Türk çıkarlarının çakışması, Türkiye’nin güçlenmesi ve bölgesinde aktif bir kuvvet haline dönüşmesinden duydukları rahatsızlıktır. Doğal olarak bu durumu gören Ermeni Diasporası, Siyonist cephenin ve Evanjelistlerin de desteğiyle Türkiye’yi soykırımı tanımaya zorluyorlar.

4T adını verdikleri, Ermeni soykırımı yapıldı iddiasını tüm dünyaya TANITMA, siyasi ve diplomatik baskıyla Türkiye’nin Ermeni soykırımını TANIMA’sını sağlama, sözde soykırıma uğradıklarını iddia ettikleri kişilerin ailelerine ve göç edenlere TAZMİNAT ödenmesini sağlama ve nihayetinde göç edenlerin geri dönemleri ve TOPRAKLARI geri verme gibi İSTEKLERİ var. (4T=Tanıtma, Tanıma, Tazminat ve Toprak Talebi).

Türkiye yıllardır en üst perdeden “Uluslararası bir Tarih komisyonu kurulsun! İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Osmanlı, Ermeni ve ihtiyaç halinde bu konuyla ilgili tüm ARŞİVLER açılsın! Toplu mezarlar kazılsın, antropolojik incelemeler tarafsız heyetler tarafından yapılsın! Konuyu politikacılar değil bilim insanları ve Tarihçiler konuşsun ve bir karara varsın!” tezini savunmasına rağmen başta Ermeni Diasporası olmak üzere adı geçen hiçbir devlet bunu kabul etmiyor. Ne arşivlerini açıyorlar ne de meselenin iç yüzü öğrenilsin istiyorlar. Ermeniler ise bu durumu tam manasıyla anlamış değiller. Batılların 100 yıl önce size Büyük Ermenistan kuracağız sözüyle şimdiki Türkiye’ye 4T’yi kabul ettireceğiz vaatleri arasında hiçbir fark yok! Aynı hikâye, aynı kahramanlar sadece zaman farklı…

Velhasıl ABD başta olmak üzere AB ülkeleri, Rusya ile Arap Birliği’nin Ermeni Diasporası ile olan iyi ilişkilerinin nedeni Türkiye bölgede güçsüz dünyada itibarsız hale getirme politikasından kaynaklanıyor. 100 yıl önce Ermenileri nasıl kullanıp atmışlarsa yarın dünya düzeni yeniden kurulduğunda yine bugün alınan bu kararlarından vazgeçip Ermenileri bir kenara bırakırlar. Türkiye’nin Siyonistlerle ilişkilerinin bozuk olması da Ermeni Diasporası adına bir fırsat olduğu gözüküyor. Bir başka yazıda Türkiye’nin dünya siyasetindeki dış ilişkiler açmazlarının ardındaki derin ittifakı yazmak ümidiyle…