Mevsim, bağ bozumu üzüm mevsimi olunca, pazarda tezgâhlarda çeşit çeşit üzümleri görünce ben de bu hafta bu yazıyı kaleme aldım.

Analarımızın ve babalarımızın biz evlatlarına karşı duydukları sevgi, bizlerin onlara karşı beslediğimiz saygıdan çok fazladır. Çünkü analarımız ve babalarımız bu dünyada en çok biz çocukları için çalışıp, çabalarlar, didinirler, çırpınırlar, bin bir güçlükle bizleri yetiştirir hayata hazırlarlar. Bize her şeyin en güzelini, en iyisini vermeye çalışırlar. Belki de kendileri yemez, bize yedirirler, kendi rahatlarına bakmazlar bizler için her türlü zorluğa ve fedakârlığa katlanırlar.

Sahip olduğumuz gerek maddi gerekse manevi birçok şeyin onların sayesinde olduğunun farkına varmalıyız ve analarımızın, babalarımızın kıymetini bilmeliyiz. Ancak bizler ana ve baba olduğumuz zaman bunu anlayabiliriz. Tabii ki, analarına ve babalarına karşı çok fedakâr davrananlar da yok değildir. Zaten olması gereken de budur. Herkesi aynı kefeye koyarsak, genelleme yaparsak hem doğru olmaz hem de haksızlık yapmış oluruz.

Vaktiyle bir çifti varmış. Dönüm, dönüm üzüm bağlarından geçimini sağlarmış. Zaman geçip yaşlanınca çiftçi, “Aman, benden sonra evlatlarım arasında mal için kavga dövüş çıkacağına, şimdiden vereyim de güzellikle halledilsin bu iş” diyerek üzüm bağım kendi hesabınca üç oğlu arasında pay etmiş.

O günden sonra bağı işleyip kazancını almak oğullarına düşmüş. Günün birinde çiftçinin karısı güzel bir gözleme yapmış. Gözlemeyi sofraya getirince, “Aman bey ne olurdu sanki bir karış toprak da bize ayırsaydın. Şimdi gözlememizin yanına üzümü katık ederdik.” Demiş. Çiftçi gülmüş. “İlahi hanım, sanki ele verdim üzümü. Verdiysem kendi evlatlarımıza verdim. Ha onların malı, ha bizim malımız. Ver sen bana şuradan büyükçe bir sepet. Biraz üzüm kesip geleyim. Doğru diyorsun, gözlemenin yanına iyi gider.” demiş.

Çiftçi sepeti alıp evden çıkmış. Önce büyük oğlunun bağına gitmiş. Büyük oğlan da tam o sırada bağını suluyormuş. Biraz hoşbeş etmişler. Sonra çiftçi geliş sebebini açıklamış.

“Oğlum, ananın canı çekti. Şuradan birkaç salkım üzüm koy sepete de götüreyim” demiş. Oğlan sepeti görünce, “Babacığım, ben daha şimdi suladım bağı. Karıkların arası çamur içinde, üzüm toplanacak gibi değil. Sen en iyisi kardeşimin bağına git. O dün sulamıştı, bugüne kurumuştur” demiş.

Adamcağız çok bozulmuş ama bozulduğunu belli etmeden soluğu ikinci oğlunun yanında almış. Onunla da yine biraz sohbet ettikten sonra sepeti uzatıp içine biraz üzüm koymasını istemiş. “Ah babacığım, ne iyi olurdu” demiş ortanca oğlan. “Lâkin biliyorsun bana bağın güneşi az gören tarafını verdin. Benim mahsulüm az oluyor. Olanı da zaten kuşlar yedi. Az bir şey elimde kaldı. Onu da satınca elime anca üç beş kuruş geçecek. İnan biz bile yemiyoruz üzümü. Sen en iyisi bağı bol güneş alan, küçük kardeşimden iste” demiş. Çiftçi ne diyeceğini bilememiş. Sepetini koluna geçirdiği gibi küçük oğlunun yanında almış soluğu. Babasını gören küçük oğlan oralı bile olmamış. Belli ki babaya pek kırgınmış. “Hayırdır baba, hangi rüzgâr attı seni buraya?” diye sormuş buz gibi bir sesle.

Adamcağız sepeti göstermiş, biraz üzüm istediğini söylemiş. “Ya demiş oğlan, belli ki bu fırsatı kolluyormuş, “Bana avuç içi kadar yer bıraktın, bir de üzümüne mi talipsin? Ağabeylerimden iste üzümü. Malum, malın büyük kısmına onlar kondu.” Zavallı çiftçi hiçbir şey diyememiş. Elinde sepetiyle ağlamaklı hâlde eve dönmüş. Karısı onun boş sepetle geldiğini görünce gülümsemiş.

“Hayırdır, ne oldu bey? Alamadın mı üzümü?” demiş. “Ah sorma hanım, sorma” demiş zavallı adam, “Baba oğluna bağ bağışlar, oğlan babaya bir salkım üzümü çok görür.”

Kişiler yaratılışları itibariyle hırslıdır. İnsanlar istese de istemese de kişilikleri ve karakterleri itibariyle bazı şeylerin kendisinden eksilmesine tahammül edemezler. Hayat böyle bir döngü içindedir.

Sonuç olarak;

“Baba oğluna bir bağ bağışlamış, oğul babaya bir salkım üzüm vermemiş” atasözü, ilişkilerdeki verme ve alma dengesizliğine ve çoğu zaman yaşanan minnettarlık eksikliğine işaret eder.