“Her sabah yeni bir gün doğarken, Bir gün de eksilir ömürden; Her şafak bir hırsız gibidir Elinde bir fenerle gelen.” Ömer Hayyam
Anadolu’da insanlar birbirlerini uyarmak istedikleri konularda karşıdaki kişinin kalbinin kırılmaması adına kıssadan hisseler anlatarak yaparlar. En önemli özelliğinin ders verici olmasından dolayı yeri geldiğinde taşı gediğine koymak adına söylenilmek istenen söz, bir nevi mesaj olarak verilir.
BOŞ CEVİZ İÇİN KAVGA!
Hz. Ebu Bekir bir gün yolda giderken iki küçük çocuğun bir ceviz için kavga ettiğini görür. Hemen çocukların yanına gider ve onları ayırır.
Sonra ceviz eline alır ve kardeş payı yapmak için bir taş ile cevizi kırar. Ancak ceviz boş çıkar.
Sonra çocuklara dönerek ;
Biliyor musunuz? Uğruna kavga ettiğimiz dünya bu işte.
İşte uğruna nice kavgaların yaşandığı dünya nimetleri de hakikatte içi boş bir ceviz gibidir.
BUĞDAY SATICISI!
Adamın biri satmak için pazara buğday götürmüş. Akşam olmuş, pazar toplanmaya başlamış. Herkes malını satıp savmış. Bu adamın malına müşteri çıkmamış. Çıkan da pazarlıkta uyuşmamış. Adam koca çuvalı geri getirmenin sıkıntısıyla düşünürken meşayıhten birinin yolu pazara uğramış:
O zat sormuş:
-Ne o evladım malını satamadın mı? Bak pazar toplanıyor.
Adamcağız boynu bükük:
-Müşteri çıkmadı, Efendi Hazretleri! Demiş.
Şeyh efendi yerden avuç avuç kum alıp buğdaya karıştırmaya başlamış ve:
- Şimdi çıkar evlad! Demiş.
Adam şeyhin bu hareketine itiraza yeltenecekmiş ki; hemen yanı başında beliren müşteri mala talip olmuş.
Tebessümle oradan ayrılmak üzere olan şeyhin eteğine yapışıp:
-Bu ne haldir Efendi Hazretleri!" diyen buğdaycıya şeyh şu cevabı vermiş:
-Sus! Para, layık olduğu mala gider.
AYAKKABININ TEKİ!
Bir bilge bir gün tam trene biniyordu ki, ayakkabılardan birisi ayağından çıktı ve yere düştü. Aşağı inip onu alması imkânsızdı, çünkü tren çoktan harekete geçmişti.
Yanındaki arkadaşları ne yapacağını merakla bekliyorlardı. O gayet sakin bir biçimde, diğer ayağındaki ayakkabıya da çıkardı ve az önce düşürdüğü ayakkabıya yakın bir yere fırlattı.
Talebelerinden birisi dayanamayıp sordu:
“Neden böyle yaptınız?”
Gülümseyen bilgenin cevabı gayet basit ama hakikat yüklüydü.
“Demiryolunun üzerindeki ayakkabının tekini fakir birisi bulursa, diğer tekini de bulup giyebilsin diye.”
SEN GELME NAMIN GELSİN!
Dağların namlı eşkıyası Köroğlu günün birinde, bir dağ başında koyunlarını otlatan bir çobana rast gelir. Günlerdir aç olduğunu ve bir kuzuyu kendisine getirmesini ister. Çoban karşı çıkınca aralarında tartışma başlar, daha sonra da bu tartışma kavgaya dönüşür. Çoban Köroğlu’nu tuttuğu gibi yere serince Köroğlu: “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?
Ben Köroğlu’yum. Ne yapıyorsun?” der.
Çoban biraz mahcup edayla Köroğlu’nu hürmetle yerden kaldırırken;
“Canım Köroğlu, sen git namın gelsin…” der.
ARTIK PAYDOS!
Mimar Sinan inşa ettiği camide çalışan bir duvarcı ustanın hasta yatağında, ızdırap içinde ve ümitsiz bir halde yattığını öğrenir ve bu ustasını ziyaret eder. Yaşı oldukça ilerlemiş olan usta bilinçsiz bir halde “kalfa taş ver, harç ver, mala ver; taş ver, harç ver, mala ver” diye sayıklamaktadır. Koca Mimar anlar ki Usta can çekişirken bile rüyasında duvar örmektedir. Mimarbaşı’nın gözlerinden yaşlar süzülür ve eğilerek Ustasının kulağına “Ustam paydos” diye fısıldar. Pirifâni duvarcı ustası o an ruhunu teslim eder.
“Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır. Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama kabul etmez. Ey öğütçü, ona hikmet tohumunu pek saçma.”
Hz. Mevlana