Paylaşmak kardeşliktir, paylaşmak huzurdur, paylaşmak kültürdür, paylaşmak çok anlamlı ve değerlidir.

Paylaşmak kardeşliktir, paylaşmak huzurdur, paylaşmak kültürdür, paylaşmak çok anlamlı ve değerlidir. Paylaşma duygusu, insanlara çocukluktan itibaren verilmeye başlanmalı ve bu suretle bencillik duygusunun önüne geçilmelidir. Çocukken paylaşmayı öğrenenler, büyüyünce sahip olduğu şeyleri, başkalarıyla paylaşmakta zorluk çekmeyecektir.

Bu konuda en büyük görev anne ve babalara düşmektedir. Anlatarak ve örnek vererek çocuklarımıza paylaşmayı öğretmeliyiz. Paylaşmak, sadece maddi şeylerle değil, sevinç ve keder gibi manevi konularda da olmalıdır. Böyle yapınca sevinçler artacak, üzüntülerde azalmış olacaktır.

Paylaşan insan hem Allah hem de toplum tarafından sevilir.

Paylaşmak denince aklınıza neler geliyor?

Paylaşmak denince akla artık sosyal medya paylaşımları geliyor.

Günümüzde en çok ihtiyaç duyulan değerdir paylaşmak ve kardeşlik.

Paylaşmak sadece bir malı veya eşyayı değil duyguları da kapsar.

İnsanlar iyi günlerinde mutluluklarını, kötü günlerinde acılarını paylaştıkça sorunların üstesinden gelir. Paylaşmak karşılık beklemeden olur. Yani ben bunu vereyim de o da bana şunu verir gibi bir anlayış paylaşmak değil değiş tokuştur.

Paylaşmak insan ve sosyal olmanın gereğidir.

Paylaşmanın özünde iyilik vardır. Paylaşmak, insanların samimiyetini arttırır.

Evleniriz, hayatımızı paylaşırız, mutluluğu paylaşırız, acıları paylaşırız.

Bazen doymayız ama yemeğimizi paylaşırız. Öğreniriz, bilgimizi paylaşırız.

Malı paylaşmak, sevgiyi paylaşmak, acıyı paylaşmak, hayatı paylaşmak bunun en güzel örneğidir. Kardeşlik sadece kendini düşünmek, bencillik yapmak değil, aynı zamanda başkalarını da düşünmek, başkalarını da sevmek ve var olanı kardeşçe paylaşmaktır.

Günümüzde alışveriş yaparken “bereket versin” ifadesi kullanılır. Yemek yerken ya da sofradan kalkarken Allah kesenize bereket versin deriz. Bunun adı Halil İbrahim sofrası ve bereketidir

Bu hafta Halil İbrahim bereketi hikâyesinden söz edeceğim.

“Halil İbrahim sofrası” tabiri günlük hayatta Hz. İbrahim'in misafirperverliğinden esinlenilerek, her gelenin kabul edildiği sofra anlamına gelir.

Hz. İbrahim (a.s), Allah dostu anlamına gelen “Halîlullah” lakabıyla da anılmaktadır.

Hz. İbrahim, misafiri ve onlara ikramda bulunmayı çok seven biridir. Sofrasından misafir eksik olmadığı ve evinin bereketi hiç azalmadığı için kendi lakabı olan Halîlullah, ismi ile beraber kullanılmaya başlanmış, “Halil İbrahim sofrası” ve “Halil İbrahim bereketi” kavramları ortaya çıkmıştır.

Her cümlesinde mütevazılık barındırır. İnsanlık barındırır bu hikâye. Bu hikâyenin içinde toplumsal değerlerin değişmesi ahlaki değerlerin çökmesi üzerine ders vardır tabii ki anlayabilene. Bereketi ile bilinen sofranın anonim hikâyesi şöyledir;

Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış. Büyüğünün adı Halil küçüğünün adı ise İbrahim, Halil, evli ve çocuklu, İbrahim ise bekârmış. Ortak olan büyük bir tarlaları varmış. Ne mahsul çıkarsa, ikiye pay ederlermiş. Bununla geçinip giderlermiş.

Bir yıl, yine harmandan sonra buğdayı ikiye ayırmışlar. İş kalmış taşımaya. Halil, bir teklif yapmış; “Kardeşim! Ben gidip çuvalları getireyim. Sen de buğdayı bekle!” Kardeşi; “Peki abi” demiş.

Halil gitmiş çuval getirmeye. O gidince İbrahim, düşünmüş; “Abim evli ve çocuklu. Onun evine daha çok buğday lâzım” diye onun buğday yığınına kendi payından birkaç kürek buğday atmış. Az sonra abisi Halil çuvalları getirip demiş ki:

“Haydi İbrahim. Önce sen çuvalını doldur da götür!”

İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup evine götürmüş.

O gidince, Halil, düşünmüş bu defa: “Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek ve evlenecek.” O da kendi payından kardeşinin yığınına birkaç kürek buğday atmış.

Velhâsıl, birbirlerinden habersiz, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından alıp diğerinin yığınına birkaç kürek buğday atmış. Bu, böyle sürüp gitmiş.

Nihayet akşam olmuş ve karanlık basmış. Görmüşler ki, taşıdıkları buğday yığınları bir türlü bitmiyor. Hatta eksilmiyor bile.

Allah’u Teâlâ buğdaylarına öyle bereket vermiş, öyle bereket vermiş ki, iki kardeş günlerce buğday taşıyıp, bitirememişler. Şaşırmışlar bu işe. Ambarları dolup dolup taşmış. Keşke şimdiki kardeşliklerde böyle olsa ama maalesef değil.

Nerde böyle kardeşlikler bu zamanda? Miras yüzünden küsen, birbirine düşen, birbirini öldüren kardeşler var. Anlamıyorum, nasıl olur da 3-5 kuruş için kardeş kavgası olabilir. Tabii ki bu, işin hikâye cephesi!

Gerçek olan ise, İbrahim Halilullah as.'ın, misafirsiz sofraya oturmadığı ve bu yüzden de Rabbimizin ona inanılmaz bereketler ihsan etmesi.

Bugün "Bereket" denilince, hep bu kardeşler akla gelir. “Halil-İbrahim Bereketi” sözü de böylece meşhur olur.

Ne diyelim, Allahü Teâlâ cümlemize “Halil İbrahim Bereketi” versin ve o bolluğu, bereketi de başkalarıyla, ihtiyaç sahipleriyle paylaşabilmeyi nasip etsin.

Çalarak, çırparak, hırsızlık yaparak devletin, milletin malını gasp ederek bir şeye sahip olacağımızı sanmakla ancak yanılırız. Asla unutulmamalıdır ki; Biz verdikçe bize çok daha fazlasını veren büyük biri vardır.

Allah sofralarınıza Halil İbrahim Bereketi versin.

Özelikle günümüzde yaşadığımız toplumu düşünüce bu hikâyeden ders çıkarmamız gerekiyor. Şimdi insanlar nasıl daha fazla birinden bir şey alırım nasıl malıma mal katarım derdinde. Allah hepimizin sofrasını hanesini Halil İbrahim sofrası etsin

Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir.

Bu bereketin adı: Halil İbrahim bereketidir.