Her toplumun bir kültürü vardır; Çünkü kültürsüz bir toplum düşünülemez.

Kültür, bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütünüdür. Yaşanmış hikâyelerde kültürümüzün bir parçasıdır. 

244654659

Anadolu coğrafyasında her köyümüzün kendine özgü ve kendisiyle özdeşleşen bir hikâyesi vardır. Sohbet ortamlarında, dost meclislerinde insanlar üç beş kişi bir araya geldiklerinde, arkadaşça hasbıhal ederek, hoş vakit geçirmek adına zaman, zaman tarihten bahsederler, kültürden bahsederler hikâyeler anlatırlar, şaka yaparlar, gülerler, eğlenirler. Böylesi şakalar ise insanlar arasında muhabbeti arttırır, dostluğu pekiştirir. Bu olgu ve kavramlar insan ve sosyal olmanın ruhunda vardır! Birçoğumuzun bildiği ve severek dinlediği yaşanmış ve gerçek olan bu hikâyeler her dinlediğinde dinleyenleri kahkahaya boğacak türdendir. 

Bu cümlelerden olmak üzere, yine bir dost meclisinde geçen hafta (24 Mayıs 2024) bir araya geldiğimiz ağabeylerim, arkadaşlarım “TİL” li olmam münasebetiyle hem bana espiri yapıp, takıldılar hem de böyle bir yazı kaleme almamı talep ettiler. Gerek Elbistan kamuoyunda gerekse benim yanımda ayrı bir saygınlığı ve değerleri olan ağabeylerimin, arkadaşlarımın taleplerini kabul ederek ve tarihe not düşmek adına, gelecek nesillere aktarılmak üzere bu yazıyı kaleme aldım.

Benim de doğup büyüdüğüm Elbistan’a bağlı eski adı “TİL” 1960 yılından sonra ise adı “AKBAYIR” olarak değiştirilen köyümün de kendisiyle özdeşlesen gerçek ve yaşanmış bir hikâyesi vardır. Bu hikâyeden dolayı yeri geldiğinde, “YALANGIDAN KORKAN TİLLİLER”  diye bize espiri yaparlar ve takılırlar. Bölgemizde “ YALANGI” olarak bilinen, 200 kadar türü bulunan ve yabani bir bitki olarak yetişen zaman, zaman boyu bir buçuk metre kadar olan bu bitkinin Anadolu coğrafyasındaki adı ise “SIĞIRKUYRUGU” dur.

Yazımızın konusu olan hikâyeye gelecek olursak, Osmanlı'nın son yılları veya Cumhuriyet'in ilk yıllarında, eşkıyalık, Anadolu coğrafyasının tamamını kapsamış olmakla birlikte, daha çok Doğu, Güneydoğu ve İç Anadolu bölgelerinde biraz daha ağırlık kazanmıştır. Eşkıya, ihtiyaçlarını karşılamak için kanunsuz işlerle uğraşır yol keser, adam soyar, adam kaçırır, köy basar, ev basar. Söz konusu yıllarda da ulaşım günümüzdeki gibi olmadığından gerek köyden köye, gerekse köyden şehir’e ya yürüyerek ya da at, eşek gibi hayvanlar vasıtasıyla ulaşımını sağlayan vatandaşlarımızın birçoğu da eşkıya saldırılarına maruz kalmışlardır. Hikâyemizin kahramanı merhum Durmuş Sönmez’ inde o günün koşullarında ve eşkıyanın kol gezdiği bir dönemde nişanlısını görmek için yiğitçe ve delikanlıca köyden köye Akbayır’dan, Doğanköy’e kadar yürüyerek gidip gelmesi korkaklık değil bilakis kahramanlıktır Bu vesile ile kendisini bir kez daha rahmetle yâd ediyoruz ve anıyoruz.
Büyüklerimizin anlattıklarına ve dinlediklerimize göre söz konusu hikâye şöyledir.
Köyümüz Morisiler kabilesinden Durmuş Sönmez nişanlısını görmek amacıyla gittiği Doğanköy’den (Ozanyu) eşkıyaların cirit attığı bir zamanda, yaya olarak üstelik akşamüzeri ve karanlık çöktüğü bir vakitte köyümüze dönerken Orta Taş mevkiinde, şimdiki Organize Sanayi Bölgesinin bulunduğu civarlarda bir karartı görür. Hava karardığı için uzaktan insan, üstelik eşkıya zannettiği “YALANGI” bitkisine yaklaşır ve “Selamünaleyküm ağam” der. Karşıdan bir ses çıkmayınca, dost olduğunu belli etmek amacıyla tabakası ile çakmağını çıkarıp karartıya doğru atarak bir daha seslenir ve “Ağam, yak hele bir cuvara” der. Karşıdan yine ses çıkmayınca Durmuş Ağa, azgın bir eşkıya ile karşılaştığını düşünerek, yüreği horp edercesine ve sessizce kalktığı gibi arkasına bile bakmadan koşar adımlarla köye doğru yol alır. Ertesi gün merakından tekrar oraya gelir bakar ki, akşamdan bıraktığı tabakası ile çakmağı bir “YALANGI” nın dibinde duruyor. Tabakasını ve çakmağını alır köye tekrar döner. Akşam yaşadığı bu olayı da arkadaşlarına anlatır ve zaman içerisinde bu hikâye dilden dile dolaşır. İşte bu hikâyeden dolayı, Elbistan ve çevresinde bizlere yani “TİLLİLERE” “Korkusundan yalangıya selâm verenler” diye takılırlar.
Bizde, bu hikâyeden dolayı bize takılanlara diyoruz ki;
Eşkıyaların kol gezdiği, cirit attığı bir zamanda akşam kararınca korkusundan evinden dışarı çıkamayanlardan değil, köyden köye nişanlı görmeye gidecek kadar yiğit ve delikanlıdır. TİLLİLER!