Her yaz olduğu gibi, bu yaz da yüreğimiz ağzımızda izliyoruz haberleri. Önce bir duman haberi geliyor, ardından kırmızı bir altyazı geçiyor ekranlardan: “Orman Yangını.” Dün Çamlıbel’de ciğerlerimize saplanan o kara hançerin ardından geriye kalan manzarayı gördük. Simsiyah ağaç iskeletleri, hâlâ tüten bir toprak ve havada asılı kalan o acı is kokusu…
Peki, neden? Neden her yıl aynı kâbusu daha şiddetli bir şekilde yaşıyoruz? Neden yeşil vatanımızın feryadı her geçen yıl daha da acı bir şekilde yankılanıyor kulaklarımızda? Bu bir kader mi, yoksa göz göre göre gelen bir felaketler zinciri mi?
Suçu sadece termometrelerde rekor kıran sıcaklara veya yönünü şaşırmış rüzgâra atmak, en kolayı. Elbette, inkâr edilemez bir iklim krizi gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Artık daha uzun, daha kuru ve daha sıcak yazlar yaşıyoruz. Aylarca toprağa düşmeyen bir damla yağmur, ormanlarımızı adeta birer barut fıçısına çeviriyor. Nemini kaybetmiş ağaçlar, kurumuş otlar, en ufak bir kıvılcımı bekleyen bir çıra yığını haline geliyor. Bu, madalyonun bir yüzü; felakete zemin hazırlayan, inkâr edemeyeceğimiz bilimsel bir gerçek.
Ancak o barut fıçısını ateşleyen kıvılcım, ne yazık ki neredeyse her zaman aynı yerden çıkıyor: İnsan faktörü.
İstatistikler acı bir şekilde yüzümüze çarpıyor ki, orman yangınlarının yüzde 90’ından fazlası insan kaynaklı. Bu insan faktörünü ikiye ayırmak gerekiyor: İhmal ve Kasıt.
İhmal; o “bana bir şey olmaz” aymazlığıdır. Arabanın camından düşüncesizce fırlatılan bir sigara izmariti, “şöyle bir mangal yapıp döneriz” diye özensizce yakılıp söndürülmeyen piknik ateşi, araziye atılmış bir cam şişenin güneş altında bir merceğe dönüşerek kuru otları tutuşturmasıdır. Tarlasındaki anızı yakarken rüzgârın yönünü hesap etmeyen çiftçinin kontrolünü kaybetmesi, bakımı yapılmamış bir traktörden veya elektrik telinden sıçrayan bir kıvılcımdır. Bunların hepsi, bir anlık dikkatsizliğin, bir anlık umursamazlığın binlerce hektarlık bir ormanı, içindeki binlerce canıyla birlikte nasıl yok edebileceğinin acı örnekleridir.
Bir de madalyonun en karanlık yüzü var: Kasıt. Rant uğruna, tarla veya arsa açmak için ormanı gözünü kırpmadan ateşe veren caniler. Terör amacıyla veya herhangi bir sebeple, planlayarak ve isteyerek bu ülkenin yeşilini, geleceğini yakanlar… Bu, affı olmayan, en ağır şekilde cezalandırılması gereken bir vatan hainliğidir.
Sonuç olarak, karşımızdaki tablo net. İklim krizi, ormanlarımızı her zamankinden daha savunmasız hale getiriyor. Ama tetiği çeken biz oluyoruz.
Artık “yandı, kül oldu” diye üzülmekten bir adım öteye geçmek zorundayız. Bireysel olarak ormanlık alanlarda ateş yakmamanın, çöpümüzü bırakmamanın temel bir vatandaşlık görevi olduğunu zihnimize kazımalıyız. Toplumsal olarak ise, orman köylüsünden şehirdeki vatandaşa kadar herkesin bu konuda bilinçlenmesi için daha etkili eğitimler düzenlenmeli. Yasal olarak da, ihmale ve özellikle kasıta yönelik cezaların caydırıcılığı en üst seviyeye çıkarılmalı.
Aksi takdirde, her yangından sonra geriye kalan o kara manzaraya bakıp, toprağın sessiz feryadını dinlemeye devam ederiz. Ve bir gün, o feryadı duyacak bir ormanımız bile kalmayabilir. Seçim bizim: Gelecek nesillere yeşilin mirasını mı bırakacağız, yoksa külün sessizliğini mi?
Hepinize iyi insanlar diliyorum…