“Haramın en zoru başıdır. Sonra kolaylaşır, sıradanlaşır ve kalbe yerleşir. Sonra da kalp başka bir haramı aramaya başlar.”

İmam-ı Şafii Hz.
Para, insan hayatında güçlü bir etkendir. İhtiyaçlarımızı karşılamamıza, daha iyi bir yaşam sürmemize, hatta hayallerimizi gerçekleştirmemize yardımcı olur. Kimi insanlar, para sayesinde kendine olan güvenini artırır, birtakım hayaller kurar, yakın çevresine yardım eder ve katkıda bulunur. Öte yandan, para insanın karakterindeki zayıf noktaları da ortaya çıkarır. Para, insanın sadece yaşam tarzını değil, düşüncelerini ve hayallerini etkilediği gibi, çevresindeki insanları da etkiler. İnsanlar, senin kim olduğunu değil, neyin olduğunu önemsemeye başlarlar. Hâlbuki haram para kazanmaktan ziyade emek vererek, alın teri dökerek kazanılan helal para daha kıymetli olur. Böyle olunca da kazanılan parayı harcamak, kazanmaktan daha çok hüner gerektirir.
Toplum olarak son zamanlarda iki kötü huyumuz oluştu;
Birincisi: Kazanmadan harcamak!
İkincisi: Üretmeden tüketmek!
Her ikisi de kısa vadede rahatlık ve mutluluk getirir gibi görünse de uzun vadede yıkıcı olur.
Evet, hikâyede anlatıldığı gibi bir kez daha düşünelim;
“En kutsal kazanç alın teri ile kazanılan helal kazançtır.”
Alın teri dökmeden kazanılan paradan hayır gelmez.
Belki de en can alıcı soru bu: "Elli lira insanı nasıl perişan eder"
Anlatayım da öğrenin; Yolda giderken önümde yürüyen kişiden elli lira düştü.
Normalde bu tür durumlarda “paran düştü” diye uyarırım ama bu sefer şeytana uydum, parayı yerden alıp cebe attım.
Evde durumu hanıma anlattım.
O da “madem beleş para on lira daha kat da sinemaya gidelim” dedi.
Hafta sonunda sinemaya gitmeye karar verdik.
Hanım dedi ki “sen şimdi söz verirsin sonra cayarsın, internetten biletleri al da garanti olsun.”
İnternetten hizmet bedeli dâhil 39 liraya patladı biletler.
Ben tamirat ustasıyım.
Yağlı bir müşterim “Cumartesi benim villaya gel, seninle biraz işimiz var” dedi.
Ben “Pazar olmaz mı ?” dedim “olmaz” dedi.
Sinema biletini Cumartesiye aldığımız için en az 1-2 bin liralık iş kaçtı.
Neyse sinema saati yaklaşınca eve kayınpeder ile kaynana damladı.
“Biz sinemaya gideceğiz” deyip savacaktım ki hanım, “biz sinemaya gidiyoruz, siz de gelin” demez mi?
Kaynana hazretleri metrobüsten hazzetmedikleri için sinemaya kadar sağlam bir taksi parası verdim. Kışlık erzak depolar gibi de mısır patlağı aldılar sinema öncesinde.
Nasıl olsa damat ısmarlıyor.
50 lira buldu ya yolda!
Hâlbuki ben kurbandaki dana hissesine bile o mısır patlaklarına verdiğim kadar vermemiştim. Film arasında birer posta mısır daha aldık.
Kısacası o elli lira yüzünden epey batmıştım, ama daha cezam bitmemişti.
Sinema çıkışında benim eski tanıdıklardan birisi laf atmaz mı?
Yanımda eşim ve kayınpederler varken kadına ahlaksız muamelesi yaptım, tersledim.
Meğer kadının yanında erkek arkadaşı varmış.
Aniden bana kafa atmaz mı?
Kayın babam da nasılsa biz çoğuz (2 erkeğe karşı 1 erkek ) diye ona daldı.
Ama hesap hatası yaptı, çünkü arkadaş grubuyla gelmişler, bizi fena benzettiler.
Gece karakolda noktalandı.
Öpüştük barıştık sağlam bir kefaletle dışarı çıktık.
Ben kırılan burnum için ameliyat olmak zorunda kaldım.
Kolu kırılan kayınpederin ve arbedede düşüp çömleği kıran kaynanamın hastane masraflarını ödemem bile işe yaramadı, karım bana hala küs.
“ O nasıl bir kadındı da uğruna kavga ettin, hâlbuki benim için elini kaldırmazsın” diyor.
Geçenlerde biri simit parasının üstünü düşürdü.
Adam bozukluk diye umursamadı, yerden almaya yeltenmeyince adama; “Kendini düşünmüyorsan bu parayı bulacakları düşün, milletin başını belaya sokma, al şu parayı yerden” dedim.
Siz siz olun hak etmediğiniz ve sahibi olmadığınız paraya sakın dokunmayın, elinizi bile sürmeyin. İnsanı nasıl perişan ettiğini okuduk. Kim bilir o parada hangi yetimin, hangi fakirin hakkı vardır.